14 Ağustos 2010 Cumartesi

İkiyüzlü Gerçeklik


İnsanlar, neden onlara verdiğim değerler hakkında şüpheye düşüyor? Kimseye verdiğim değer azalmadı. Hatta daha mutluyum, daha çok seviyorum her birinizi. Sevgi kısıtlanabilen bir şey değil ki. Aradaki tek fark, kişilerin bana karşı olan tutumları. Bazılarına nazım geçiyor, bazılarına karşı elim kolum bağlanıyor. Ancak bu size verdiğim değeri kanıtlamaz ki. Hiçbirinize yeteri kadar anlatamıyorum. Konuşmayı sevmeyen biriyim. Bu yüzden de kendimi pek anlatamam. Mazur görün lütfen.

Kimsenin yüzüme gülmesini istemiyorum. Sahte gülücüklerle beni ödüllendirmeye çalışmayın. Alıngan birisiyim ben, bunu görün. Hele ki size değer veriyorsam, her dertleşmemizde kendime bir pay çıkarıyorumdur. Amacınız o olsa da, olmasa da. Bu sefer kısa bir yazı olacak bu. Zira hiç yazasım yok. Yazma yeteneğim yoktu, şimdi hevesim de yok. Elimde ne kaldı ki geriye? Neyse. Bu seferlik bu kadar yeter.  Ama bir şeyi açığa kavuşturmalıyım;
*Kıskancımdır; fazla üstüme gelmeyin.
*Üşengecim, konuşmaya bile üşenirim. Alınmayın.
*Alınganım, alınma desen de alınganım. Her zaman alıngandım, hâlâ da alınganım.
*Laf sokmam, peynirle gemi yürümez. Karşıma çık da göreyim.
*Trip atarım, hem de nasıl atarım…

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Rpgturk gerçeğiM.

[P.s.: Bu Rpgturk'e yazdığım elveda mesajının aynıdır. Orada silinmesine rağmen, bunu tahmin ettiğim için kaydetmiştim. Merak edenler için bloguma koymaktayım.]

Henüz geçen gün Tsuyoi sama'ya siteyi bırakmaması için yalvarırken, şimdi benim bırakmam ne büyük ironi değil mi? Ancak olayların bu kadar çirkinleşeceğini ben bile tahmin etmemiştim. İki hafta önce gelip de 'Owner'ın teki yüzünden siteyi bırakacaksın.' dese gülerdim. Ne oldum değil, ne olacağım demeli. Tabii bu bazı hiç'ler için pek de mümkün değil. Kendilerini her şey sanıp da yanılanlara selam ederim.

Melodi'nin siteden ban yemesi, açıkçası pek de umrumda değildi. Olayı iyice öğrenene kadar tabii. İlk başta, Yüce Owner'ın blogunu okuduğumda ona hak vermiştim. Bu orada da yazıyor. Ancak daha sonra Melodi'yi de dinlediğimde, yanıldığımı fark ettim. Bir yere kadar Owner'a hak verebilirdim. Ancak kardeşi yaşında bir kıza hakaret etmesi... Ban yemesi apayrı bir olay, ki Melih sağolsun açıkladı onu. Ona eyvallah derim eninde sonunda. Evvela, ardından Owner gelip onun blog'una sonradan yazdıklarımla ilgili benimle konuşmaya başladı. Başlarda seviyeli olan konuşma gittikçe sertleşti ve sonunda hakaretlere bile vardı olay. Kaan ve ben, kendi fikrimizi açıklamaya çalışırken, Owner kendi fikirleri tek doğruymuş gibi bizi gerilikle suçladı. Kaan'ın sabrının taştığı noktada küfre varmayan hakaretler etmeye başladı. Ben ise hâlâ saygımı korumaya çalışıyordum. Bıçağın sırtında ayıyı oynatmaya çalışmak gibi bir şeydi bu.

Kaan'ın önce gruptan, sonra da siteden sınırsız ban yemesi; benim için bardağı taşıran son nokta olmuştu. Bugün, daha önceki hiç bir kavgamda etmediğim kadar küfür ettim. Ancak yine de; büyüktür, owner'dır, falan fistan diyerek ona karşı hiç bir hakaret içeren sözcükte bulunmadım. Yine de Grup'tan ban yedim. Neyse, siteyi de bırakırım arkadaş. Kimseler kusuruma bakmasın. 1-2 uyarım da vardı. İyi de oldu, güzel de oldu.

Görüşürüz Canlar, Nurlar, ortada kalanlar.

Boktan bir gerçeklik.

Evet, buraya sürekli acı dolu, emrah modunda yazılar yazmayacağım elbette. Milletin işi yok benim mızmızlanmamı mı okuyacak? Meeh! Ben bile üşenirim lan! İmdi, niye buraya yazıyorum bilmemekteyim. Zira benim şu anda jutsu çalışmam gerekiyor. Suirou No Jutsu! Hani Zabuza, Kakashi sama chan san'ı sudan bir küre içine alıyordu ya. O işte. Jr. Zabuza olup Kakashi'nin benimle ilgilenmesini sağlayacağım! Beni doğru yola çekecek Amatör Hokage'miz. Olmadı Reion çeker, napalım >_> Aslında shurikenleri kontrol eden bir jutsu öğrenecektim ama yazamadım hiç bir şey. Zaten tötü bir jutsuydu boşverin. *Neko ulaşamadığı jutsu'ya tötü dermiş.* Şu anda da deli gibi jutsu yazıyorum ama yazamıyorum! Diğer kişiliğimi bile devreye soktum ama tık yok! Ah ah, bir de bu jutsuyu öğrendikten sonra Hikari ile x kasacağım >_> Kılıç ustasıyım olum >_> Kolay değil >_> Belki de hız kasarım. x2 yapmam en fazla 1 saatimi alır nasılsa. Ama gece, uykum varken yazmalıyım. Oz'man n'alakaysa rp'm geliyor. *Evet rp'm gelmek.* Neysem, bi playlist tutturdum gidiyorum. Hala "İşte guzuu guzuuu geldim, işte guzuu guzu geldim." adlı şarkımsı zımbırtısı zihnimden atmaya çalışıyorum. Fak!

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Acı veren gerçeklik.

İlk defa bir kavgamdan bu kadar etkilendim. Çünkü ilk defa onları dinledim; ve haklı olduklarını fark ettim. Asla yeterince zeki veya aklı başında biri olamayacağım. Asla istenilen biri, ideal bir sevgili de olamayacağım. Tüm bunların farkındayım. Her şey gitgide kötüleşecek, biliyorum. Tüm o güzel duyguların birer tuzak olduğunu bilmeliydim. Şimdi anladım, ama çok geç. Karmaşa içindeyim. Anlamıyorum. Ne kendimi ne de başkalarını. Her zaman gülen, umursamaz kişi ben olmalıydım. Neden gülemiyorum şimdi?

Her şeyi çoktan öğrenmiştim ben. Berbat bir kız olduğumu, yerime taş doğrulsa daha iyi olacağını… Peki neden bir anda yüzüme çarpılınca canım acıdı. Neden deli gibi titriyorum şimdi? Çünkü hayat her şeyi tekrar kanıtlamaya başlamıştı. Verdiğim açıktan içeri sızmış, bir virüs gibi yayılmıştı kalbime. Yavaş yavaş öldürecek miydi beni? Öldürse iyi ederdi. Yoksa tüm bu lanet hayat boyunca taşıyamazdım bunca şeyi. Bundan önceki yazımda, mükemmel duygulardan bahsetmiştim. Yani şu ‘sevgi’ diye adlandırıldığını öğrendiğim. O sadece bir yemmiş. Tatlı ve çekici bir yem. Son birkaç yıldır düştüğüm ilk ve tek tuzak. Ve şimdi bir çok kötü duyguyla boğuluyorum. Bencillik, kıskançlık, şüphe, acı, korku… Duygular zayıflıktı. Kendini iyi hissetmeni sağlasa da sadece bir zayıflık. Bir kez kapıyı açtığında, geriye dönüşü olmuyor. Acıdan yerlerde kıvranana, gözyaşlarında boğulana ve sefalet içinde eriyene dek bırakmıyorlar. Bırakmayacaklar.

Şimdi korkuyorum, bu güzel duygu ya beni terk ederse? O zaman güç alabileceğim ne kalacak? Tüm bu karanlığa karşı, hangi yıldızla bulacağım yönümü? Karanlıkta avlanıyorum. Göremediğim şeyler bana acı veriyor. Soyut acılar. Ama ağlamıyorum. Hayır. Burada yolumda ilerlemeye çalışırken önüme geçen çiçekleri eziyorum. Bencilliğim hat safhada. Sadece benim için olmasını istiyorum. Başka kimse benim olana ilgi duymasın istiyorum. Ve kıskanıyorum. Benden iyi olanları. Ben güzel, benden akıllı, benden daha yetenekli olanları kıskanıyorum. Çünkü şüphe kemiriyor içimi. Ya bir gün onları görürse?

Bir gerçek daha…

Duygularımı hep saklayan birisi olduğumu söylemiştim, değil mi? Peki ya bu oyunun son 2 haftadır, tam olarak 17 Temmuz’dan beri karıştığını? “17 Temmuz mu? N’alaka? Dolunay falan mı vardı?” vardı diyebilirsiniz. Belki dolunay vardı, bilemeyeceğim. Ancak o günün bambaşka bir gün olmasının nedeni, Kuzenim Epıl’ın bir süredir sevmekte olduğum çocukla bizi topluya alıp, duygularımızı itiraf ettirmesiydi. Ben duygularımın ne olduğundan bi’haberken Epıl her şeyi çözmüştü bile. Tereddüt etmeden atılıvermiştim o denize. Sadece o altın balığı tekrar görebilmek için. Onu yakaladığımda ise, yuvasını gördüm. Karamsarlıkla doluydu. Duygularla. Kötüydüler. Yine de nefes almak için bile durmadım. Çünkü o altın balığın ışıltısı gözlerimi kamaştırmıştı. Gölgeler yok olmuştu. Veya sadece saklanıyorlardı. Derinlerde. Ama oradaydılar. Nefesimi dinliyorlardı. Duygularımda boğulduğumda geleceklerdi. Ama henüz değil…

Ve mükemmel sahne çekiliyordu. Kimsenin paylaşamadığı gerçek gülücükler. Ve sihirli cümle. “Seni Seviyorum.” Niye her şey kusursuzdu? Sakar amatör neredeydi? Kendini bilmiş çaycı niye burada değildi? Her güzel şeyin bir sonu vardı. Ve ben o sonun olabildiğince geç gelmesini istiyordum. Ben ölürken falan. Onun benimle olmaktan mutlu olmasını istiyordum. Bundan utanmamasını, ona layık olmayı, tek olmayı. Duyarlılaşmıştım. Ama tek şeye karşı. Körleşmiştim dışarıya karşı. Savunmasızdım. Ve korkuyordum. İleride benden uzaklara gitmesinden korkuyordum ve bencilce davranıyordum. Geceleri yatarken bir gemide olduğumu hayal ediyordum hep. Onu sıkmaktan korkuyordum. Benden sıkılmasından, bıkmasından ve hemencecik gitmesinden. Gittikçe güçsüzleşiyordum. Yıllar içinde ördüğüm o demir kafes eriyordu. Ve sonunda çırılçıplak kalacaktım. O gün o iki kişi yanımda olacak mıydı?

1 Ağustos 2010 Pazar

İşte İlk Gerçeklik


İnsanların bloglarına yazdıkları şeyler bana hep saçma gelmiştir. Paylaşmalarındaki amacı hiç anlamamışımdır. Bunun büyük nedeni, kısa bir süre öncesine kadar sürekli saçmalayan bloglardandır. Çoğu hava atma amaçlı, bazıları ise anlamadığım şeylerden bahseden… Ama sanırım artık anlamaya başladım. İnsan anlatma ihtiyacı duyuyor. Bir şeyleri sindiremediğinde, içine sığmadığında anlatmak istiyor. Kime olursa olsun. Ancak benim gibi ne idüğü belirsiz bir insan için bu daha zor. Gerçek duygularımı son 3-4 yılda çoğu zaman bastırdım. Sürekli güldüm. Her şeye, herkese… Şuursuzca güldüm hayata, oyunlarına. Basitti benim için. İki tuşa bas, birkaç kasını oynat. Çok basitti duyguları yalanlamak, onlara sahip değilmiş gibi davranmak. Bastırmak, sindirmek, affetmek ve unutmak. Yeteneğimin olduğu tek şey bu sanırım.

Ben buyum. Duygularını ifade etmeye korkan, güçlü gibi görünüp de canının acımasından ödü kopan bir korkak. Bunları buraya yazmamın sebebi, sadece canı isteyenlerin okumasıdır. Çünkü ben de her insan gibi anlatmaya ihtiyaç duyuyorum. Ama beni dinlemek zorunda değil kimse. İnsanları zorlayamam. Çünkü biliyorum, aralarında benim gibiler de var. Kimseyi kırmamak için yalanlarla boğuşan bir çok kişi var dışarıda. Çözüm üretmek zorunda değilim. Anlatmak yeterli benim için. Anlatıp her şeyi tekrar unutmak. Belki de birkaç yıl sonra bunları okuyup, ne kadar malmışım ben ya, diyebilmek için. Kendimle dalga geçip, her şeyi tekrar sineye çekebilmek için.

Adımın ne olduğu ne fark eder? Kim olduğum, nereli olduğum, cinsiyetimin ne olduğu… Ben O’yum işte. Asosyal, insanların ilgisinden uzak ve kavgacı kişilik. Rehberlik hocası tarafından sık sık çağrılan, ama her gittiğinde gülmekten başka bir şey yapmayan o kişiyim. Adımı öğrenmeniz zorunlu mu? Söyleyeyim o zaman. Ben Ayşe’yim, Mehmet’im, Dilay’ım, Kerem’im…

Tiini Viini String Bikiniii

Tiini Viini String Bikiniii
Evet, Gunther'e takmış durumdayım. Tanrım o nasıl dudak uzatmaktır öyle! Benim olmalı o dudaklar! Hehe.